8. Hukuk Dairesi 2019/5426 E. , 2020/7793 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Sınırlandırmanın İptali ve Tescil
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davacı vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine duruşma istemi tebligat masrafları için istem yapılmasına rağmen gelmediğinden, duruşma talebi reddedilmiş olmakla, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
KARAR
Davacı vekili, kazanmayı sağlayan zilyetlik nedeniyle 133 parsel sayılı taşınmaza ait mera sınırlandırma kaydının iptali ile vekil edeni adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Hazine vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, söz konusu karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava; taşınmazın mera sınırlandırılma kaydının iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemenin 22.03.2007 tarihli ilk kararında, dava konusu taşınmazın vakıf malı niteliğinde olması nedeniyle kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı tarafça temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 17.12.2012 tarihli ve 2012/6769 E. 2012/12522 K. sayılı ilamı ile, “Bir taşınmazın vakfiyenin genel sınırları içerisinde kalması o taşınmazın vakıf malı olduğunu göstermez. Aynı zamanda vakfedilen mallar arasında çekişmeli taşınmaz malın bulunup bulunmadığının da belirlenmesi gerekmektedir. Yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar, taşınmazın vakıf malı olmadığını, ancak vakıfnamede ve vakfa ait kararda geçen mevkiler bir bütün olarak düşünüldüğünde genel anlamda taşınmazın vakıf kapsamında kalabileceğini, ancak bildikleri ve duydukları kadarıyla taşınmazın bulunduğu yerde vakıf arazisinin olmadığını açıklamışlardır. ...; bu tür davalarda taraf durumunda bulunduğundan ... tarafından gönderilen ve dosya arasında bulunan ... Vakfı’yla ilgili yazılarına dayanılarak taşınmazın vakıf malı olduğunu söyleme olanağı bulunmamaktadır. Bu vakıfla ilgili Yargıtay’a yansıyan tüm dosyalarda taşınmazın vakıf sınırları içerisinde kalması yeterli olmayıp, o taşınmazın aynı zamanda vakfedilen mallar arasında yer alıp almadığının da belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Nitekim HGK"nin 06.02.2008 tarihli ve 2008/1-73, 2008/112 ve 11.12.2002 tarihli ve 2002/1-1024 Esas, 2002/1053 sayılı kararlarında da aynı ilkeler vurgulanmıştır. Yani, bir taşınmazın vakıf malı olduğunun kabul edilmesi için vakfın genel sınırları içinde kalması yeterli olmayıp, vakfedilen mallar arasında bulunup bulunmadığının ayrıca saptanması gerektiği” açıklanmış, “dava konusu 133 parselin ... Vakfına ait vakıfname kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesi, vakıfname kapsamı içinde kaldığının anlaşılması durumunda ise söz konusu vakıfnamenin uzman bilirkişilere inceletilerek vakfın halen geçerliliğini koruyup korumadığının ve niteliğinin belirlenmesi, vakıfnamenin kapsamında kalan taşınmazların tamamının vakıf malı niteliğinde olup olmadığı üzerinde durulması, ayrıca aynı mevkide bulunup da kadastro mahkemeleri tarafından hükme bağlanan komşu parsellere ilişkin dava dosyalarının getirtilerek hüküm kurulurken göz önünde bulundurulması gerektiği, tüm bu eksiklikler giderildikten sonra toplanan deliller tartışılıp değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi” gerektiği belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Somut olayda, Mahkemece 17.12.2012 tarihli bozma ilamına uyulduğu halde bozma gerekleri doğrultusunda yeterli araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Şöyle ki, dosya arasına alınmış olan komşu 125 parsele ilişkin Kadastro Mahkemesinin 1995/71 Esas ve 1996/135 Karar sayılı dosyasının incelenmesinde, bu parselin 1293 H. tarihli şeri ilamda sözü geçen 21/552 nolu vakıfname hudutları kapsamında olmadığının belirlenmekle, davacı şahıs adına tesciline karar verildiği ve derecattan geçerek kesinleştiği, ancak eldeki dosyada alınan 29.02.2016 tarihli bilirkişi raporunda ve gerekçede bu parselle ilgili değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. Ayrıca, önceki bozma ilamında “taşınmazın vakıf malı olduğunun kabul edilmesi için vakfın genel sınırları içinde kalması yeterli olmayıp, vakfedilen mallar arasında bulunup bulunmadığının ayrıca saptanması gerektiği” açıklandığı halde, 29.02.2016 tarihli bilirkişi raporunda bu hususlar üzerinde durulmamış, taşınmazın vakfedilen mallar arasında bulunup bulunmadığı şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenmemiştir. Bu haliyle, hükme esas alınan 29.02.2016 tarihli bilirkişi raporu yetersiz ve denetimden uzaktır.
Hal böyle olunca, önceki bilirkişiler dışında seçilecek konusunda uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden önceki bozma ilamında ve yukarıdaki belirtilen hususlar dikkate alınacak şekilde Yargıtay ile tarafların denetimine açık gerekçeli bilirkişi raporu alınarak, tarafların iddia ve savunmaları da gözönüne alınmak suretiyle, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, Mahkemece belirtilen hususlar gerekçeli kararda tartışılmaksızın, eksik araştırma ve inceleme ile yetinilerek yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 sayılı Kanunla eklenen geçici 3. madde hükmü gözetilerek HUMK.un 428.maddesi uyarınca kararın BOZULMASINA, taraflarca HUMK"un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 02.12.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.