
Esas No: 2016/16422
Karar No: 2019/1257
Karar Tarihi: 07.03.2019
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2016/16422 Esas 2019/1257 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacılar ... ve diğerleri vekili Avukat ... tarafından, davalılar ...... AŞ ve ... aleyhine 28/09/2015 gününde verilen dilekçe ile basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 19/07/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Davacılar vekili, davacıların......"in eşi ve çocukları olduğunu, ...... 30/03/2015 gün 01-06-07-08-10-14/04/2015 tarihli sayılarında ......"ün,......"in de içinde olduğu bir grup tarafından zehirlendiğine ilişkin yayınlar yapıldığını, yayınlarda bahsi geçen iddiaların gerçekliği meçhul ve kaynağı belli olmayan mektuplara dayandırıldığına, yazılanların davalıların dayanaksız sözleri ve savlarından ibaret olduğunu, bu şekilde davacıların eşi ve babası merhum......"in manevi şahsiyetine ve hatırasına hakaret edildiğini, hukuka aykırı, gerçek dışı ve tamamen kurmaca yayınlarla davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek oluşan manevi zararın tazminini, talep etmiştir.
Mahkemece, müteveffanın toplum tarafından tanımış, siyasi bir kişilik olarak bazı faliyetlerinin yer aldığı, bu yazı dizisinin toplumun yakın tarihte meydana gelen olaylarla ilgili aydınlatmalara yönelik olup, görünen gerçekliğe uygun olduğu, anlatılan olayların belgelere dayandırıldığı, yakın siyasi tarihteki olayların sebeplerinin aydınlatılmasında kamu yararının bulunduğu, Basın Kanunu"nun 3. maddesinde de açıklandığı üzere; basın hürriyeti kapsamında kaldığı, tüm bunlara göre davaya konu yazıların içerik itibariyle davacılar yönünden manevi tazminatı gerektirici şartlar bulunmadığından, davanın reddine karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle
içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine, basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
AİHM 22 ...... 2013 tarihli 48876/08 başvuru no"lu kararında “İfade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun vazgeçilmez esasını ve bu toplumun gelişiminin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşulunu oluşturduğunu, 10. maddenin 2. fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla ifade özgürlüğünün sadece kabul edilen, zararsız ya da farklı olan «bilgi» ya da «düşünceler» için değil ama ayrıca hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğunu, bunların, «demokratik toplumun» onlarsız olamayacağı çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği olduğunu, 10. maddede açıklandığı gibi bu özgürlüğe yapılan sınırlamaların her halde dar yorumlanması gerektiğini ve herhangi bir sınırlama gereksiniminin ikna edici bir biçimde ortaya koyulması gerektiğini,...” ifade etmektedir. Mahkeme aynı ifadeleri 69698/01 başvuru no"lu ve 16354/06 başvuru no"lu kararlarında da tekrar etmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ve aşağıda yazılı onama harcının davacılara yükletilmesine 07/03/2019 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
(M) (M)
KARŞI OY YAZISI
Dava, basın ve yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Davacılar vekili, davacıların murisleri......"in eşi ve çocukları olduğunu, ...... 30/03/2015 gün 01-06-07-08-10 ve 14/04/2015 tarihli yayınlarında ......"ün,......"in de içinde olduğu bir grup tarafından zehirlendiğine ilişkin yayınlar yapıldığını, yayınlarda bahsi geçen iddiaların gerçekliği meçhul ve kaynağı belli olmayan mektuplara dayandırıldığını, yazılanların davalıların dayanaksız sözleri ve savlarından ibaret olduğunu, bu şekilde davacıların eşi ve babası merhum......"in manevi şahsiyetine ve hatırasına hakaret edildiğini, hukuka aykırı, gerçek dışı ve tamamen kurmaca yayınlarla müvekkillerinin kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek, oluşan manevi zararlarının tazminini, talep etmiştir.
Davalılar vekili cevabında; doğrudan kişilik haklarını ihlal edici içeriğin bulunmadığını, haber ve yorum niteliğinde olduğunu, kaynağının gösterildiğini, geçmiş tarihteki güncel olaylardan bahsedildiğini, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, müteveffanın toplum tarafından tanımış, siyasi bir kişilik olarak bazı faliyetlerinin yer aldığı bu yazı dizisinin, toplumun yakın tarihte meydana gelen olayları aydınlatmaya yönelik olup, yayınların görünür gerçekliğe uygun olduğu, anlatılan olayların belgelere dayandırıldığı, yakın siyasi tarihteki olayların sebeplerinin aydınlatılmasında kamu yararının bulunduğu, Basın Kanunu"nun 3. maddesinde de açıklandığı üzere; basın hürriyeti kapsamında kaldığı, tüm bunlara göre davaya konu yazıların içerik itibariyle davacılar yönünden manevi tazminatı gerektirici şartlar bulunmadığından, davanın reddine karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesini gerektirmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Dizi şeklinde yapılan dava konusu yayınlarda, Atatürk"ün ölümünün, davacıların murisinin de içinde bulunduğu gruptaki kişiler tarafından tezgahlandığı ve gerçekleştirildiği şeklinde kesin yargı içeren haberler yapılmıştır. Atatürk’ün ölümü ile ilgili şüphelerin dile getirilmesi, buna ilişkin bilgi ve belgelerin yayımlanması basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilirse de, Kurtuluş savaşımızın önderi ve Türkiye Cumhuriyeti"nin kurucusu olan, Türk Milletinin kalbinde özel bir yeri bulunan Atatürk’ün ölümünün, gerçekte davacıların murisinin de karıştığı ve içinde bulunduğu bazı kimseler tarafından zehirlenmek suretiyle gerçekleştirildiği şeklinde olgu isnadı biçiminde kesin yargı içeren yayınların, basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği açıktır. Ayrıca, davalı yanca yayında görüntüsü verilen belgeler dosyaya sunulmamış, getirtilebilebileceği yerler konusunda da bilgi verilmemiştir. Bu haliyle, yapılan yayınlar hukuka aykırı olup davacıların manevi tazminat isteme hakkı doğduğu kanaatinde olduğumdan, uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği düşüncesi ile davanın reddine ilişkin kararı onayan sayın çoğunluğun bu görüş ve kararına katılmıyorum.07/03/2019
KARŞI OY YAZISI
Dava basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Basın özgürlüğü, Anayasa"nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu"nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasa"nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu"nun 24. ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Somut olaya gelince; davaya konu yayınlar birbirini takip eden kısa aralıklarla yapılmış olup, her bir yayında geçen ifadeler maddi temeli olmayan, görünür gerçeklikle uyuşmayan, toplumsal ilgi ve güncelliği bulunmayan, kamuoyunu bilgilendirme amacı taşımayan özle biçim arasında denge gözetilmeden sarfedilen beyan ve isnatları içermektedir. Haberin verilmesinde kamu yararı da bulunmamaktadır. Belirtilen nedenlerle, davaya konu yayın basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Davacıların kişilik haklarına saldırı gerçekleşmiştir. Uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, mahkemece talebin reddi doğru olmamıştır. Bu nedenle çoğunluğun onama yönündeki görüşüne katılmıyorum.07/03/2019
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.